26 Şubat 2009 Perşembe
Chaim Perelman'a devam...
Aristoteles, Topikler, Kitap I, Bölüm 11
25 Şubat 2009 Çarşamba
Aristoteles, Topikler, Kitap I, Bölüm 10
Aristoteles, Topikler, Kitap I, Bölüm 5
Özellik, bir şeyin özünü göstermez, ancak yalnızca o şeye aittir ve bir diğerinin yüklemi olabilir.. Mesela, gramer öğrenmeye kabil olmak, insanın özelliğidir; eğer belli bir şey bir insansa, gramer öğrenmeye de kabildir ve eğer gramer öğrenmeye kabilse, o şey bir insandır. Hiç kimse başka bir şeye de ait olabilecek bir şeye özellik demez; mesela, uykunun insanın özelliği olduğu söylenmez, belli bir anda sadece insanın özelliği olma ihtimali bile olsa. Dolayısıyla, eğer bir şeye özellik denecekse, bu mutlak olarak değil, belli bir zaman ve belli bir ilişki çerçevesinde söylenmeli; çünkü ‘sağ tarafta olmak’ zaman açısından bir özelliktir, ‘iki ayaklı olmak’ ise esasında belli bir ilişki nedeniyle dile getirilmiştir, mesela, bir insanın ata veya köpeğe nispetle iki ayaklı olması. Belli bir şeyden başka bir şeye ait olabilecek şey, onun yüklemi olamaz, bu çok açık: çünkü uyuyan bir şeyin insan olduğu sonucu zorunlu olarak çıkmaz.
Cins, tür açısından farklı olan pek çok şeye öz kategorisi itibariyle işaret edilen şeydir. “Şu önündeki şey nedir?” sorusuna verilecek cevapta tam olarak ne bulunması gerekiyorsa, öz kategorisindeki yüklemler de öyle tasvir edilmelidir. Mesela bir adama önündeki şeyin ne olduğu sorulur, o da o şeye tam da karşılık gelecek şekilde “Bu bir hayvandır” der. Bir şeyin başka bir şeyle aynı cinsten mi yoksa başka bir cinsten mi olduğu sorusu da cins meselesiyle ilgili bir sorudur; zira bu soru cins soruşturmasının yaptığıyla aynı şeyi soruşturur. ‘Hayvan’ın insan cinsinden olduğunu ve aynı şekilde öküzün de insan cinsinden olduğunu tartışmakla, aynı cinsten olduklarını tartışmış oluruz; ancak bir şeyin başka bir şeyle değil de daha başka bir şeyle aynı cinsten olduğunu tartıştığımızda, ilk ikisinin aynı cinsten olmadıklarını tartışmış oluruz.
İlinek (araz), ne tanım ne özellik ne de cins olup, yine de şeye ait olandır. İlinek belli bir şeye ait olması veya olmaması mümkündür; mesela, ‘oturmuş durumda olmak’ bir şeye ait ola da bilir, olmaya da bilir. ‘Beyazlık’ için de vakidir aynısı; çünkü bir şeyi şimdi beyaz daha sonra ise beyaz olmamaktan alıkoyacak bir şey yoktur. İlinekle ilgili yaptığımız bu iki tanımdan sonuncusu daha iyi bir tanım; çünkü birinci tanımı aldığımızda, tanımı anlamak için, ‘tanım’ın, ‘cins’in ve ‘özellik’in ne olduğunu önceden bilmek gerekir, buna karşın neyin kastedildiğini anlamak için başka bir şeye gerek kalmaksızın ikinci tanımın bizzat kendisi yeterlidir. Herhangi bir şekilde ilinekten türetilen terimlerle tanımlandıklarında, şeylerin birbirleriyle karışlaştırılmasını da ilinek sınıfına koyabiliriz; mesela, “Şerefli olmak mı yararlı olmak mı müreccahtır?” ve “Erdemli bir yaşam mı yoksa keyifli bir yaşam mı hoştur?” gibi sorular; çünkü bu tip durumlarda sorulan, yüklemin bir ilinek olarak iki şeyden hangisine daha çok (daha münasip bir şekilde) ait olduğudur. İlineği muvakkat yahut rölatif bir hassa (özellik) olmaktan geri bırakacak hiçbir şey yoktur; mesela, oturuyor olmak, her ne kadar bir insan tek oturan kişi olduğunda bir ilinekse de, eğer o insan tek oturan kişi değilse, oturmayan diğer kişilere nisbetle bir özellik olacaktır. Dolayısıyla ilineği hem rölatif hem de geçici bir özellik olmaktan geri bırakacak hiçbir şey yoktur, ancak hiçbir zaman mutlak bir özellik olmayacaktır.
24 Şubat 2009 Salı
Aristoteles, Topikler, Kitap I, Bölüm 4
Aristoteles, Topikler, Kitap I, Bölüm 2 ve Bölüm 3
23 Şubat 2009 Pazartesi
Aristoteles, Topikler, Kitap 1, Bölüm 1
Muhakeme, belli şeyler ortaya koyulduğunda, onlardan bu önceden konulmuş şeylerden farklı bazı şeylerin zorunlu olarak çıktığı bir argümandır. (a) Muhakemenin başladığı öncüller doğru ve asli ise yahut bu öncüller hakkındaki bilgimiz doğru ve asli olan öncüllerden kaynaklanıyor ise, bu bir tanıtlamadır: (b) diğer yandan eğer genel olarak kabul edilmiş görüşlerden başlayarak akıl yürütülüyorsa, bu da, diyalektik muhakemedir. İnanılırlıklarını (pistis) başka bir şeyden değil de bizzat kendilerinden alanlar, ‘doğru’ ve ‘asli’ olanlardır: zira bilimin ilk ilkeleri açısından nedenini niçinini sormak gerekmez; ilk ilkelerin her birisi inancı bizzat kendi içlerinde ve kendileri vasıtasıyla sağlamalıdır. Diğer yandan, bu ‘genel olarak kabul edilmiş’ görüşler, her bir kişinin veya çoğunluğun veyahut da filozofların –yani herkesin, veya çoğunluğun yahut da onların en itibarlarının ve meşhurlarının- kabul ettiği görüşlerdir.Yine, (c) eğer muhakeme genel olarak kabul edilmiş gibi görünen ama öyle olmayan görüşlerle başlıyorsa, yahut genel olarak kabul edilmiş olan yahut öyle görünen görüşlerle başlıyormuş gibi görünüyorsa, ‘eristik’tir. Zira, genel olarak kabul edilmiş dediğimiz şeylerin hiçbirisi sadece yüzeydeki bir ilüzyondur, aynı eristik argümanların ilkeleri söz konusu olduğunda olduğu gibi; çünkü bunlardaki safsata, pek az bir idrak gücüne sahip olanlarca bile hemen açıkça görülebilir. Dolayısıyla, mezkur eristik muhakemelerden ilki gerçekten ‘muhakeme’ denmeyi hak eder, ancak diğerine ‘muhakeme’ değil de ‘eristik muhakeme’ demek gerekir, zira akıl yürütmek gibi görünse de, öyle değildir. Üstelik (d), zikredilen bütün bu muhakemelerin ötesinde bir de yanlış-muhakemeler vardır ki özel bilimlere, mesela geometri ve kardeş bilimleri gibi bilimlere, özgü öncüllerle başlarlar. Çünkü bu muhakeme formu, zikrettiğimiz muhakemelerinden farklı görünür; yanlış bir şekil çizen kişi ne doğru ne asli ne de genel olarak kabul edilmiş şeylerden akıl yürütüyordur. Çünkü tanımın içinde kalmaz; herkesin yahut çoğunluğun yahut da filozofların kabul ettiği görüşleri varsaymaz da muhakemesini söz konusu bilime uygun olsa da, doğru olmayan varsayımlar üzerinden yürütür; çünkü yanlış-muhakemesini ya yarıdaireleri yanlış betimleyerek yahut çizilmemesi gereken şekilde çizgiler çizerek yanlış-muhakemesinin ortaya çıkmasına neden olur. [Yanlış-muhakeme, esasında c’dekilerin alt başlığı gibi duruyor. Ama muhakeme biçimini diğerlerinden ayırdığı için, tek başına bir başlık açmış. Yani, tanımın dışına çıkmak suretiyle yapılan yanlış muhakemeler, bu grubun içinde. Özetleyecek olursak: (1) Tanıtlama muhakemesi: Analitiklerin konusu; (2) Eulogos’tan başlayan muhakeme, diyalektik: Topiklerin konusu (3) Görünüşte diyalektik; (4) Yanlış-muhakeme] (...)
21 Şubat 2009 Cumartesi
Ch. Perelman'ın 'The Realm of Rhetoric'inden Parçalar
"Aristo Organon'da, iki muhakeme tipini -analitik ve diyalektik muhakemeyi- birbirinden ayırır. Analitik muhakemeyi Birinci ve İkinci Analitikler'de inceler ve bu inceleme felsefe tarihinde formel mantığın temeli olarak görülebilir. Ne var ki, modern mantıkçılar Aristo'nun diyalektik muhakemeyi Topikler'de, Retorik'te ve Sofistik Çürütmeler'de incelediğini göremediler. Bu başarısızlığın nedeni, Aristo'yu sadece formel mantığın değil argümantasyon teorisinin de kurucusu yapan bu eserlerin önemini anlayamamaları idi."
Şimdi Aristo'nun Analitikler'de ne yaptığına bakıyoruz:
"Aristoteles, Analitiklerde geçerli çıkarım formlarını ve özellikle de verili hipotezlerden zorunlu bir sonuç çıkarmayı sağlayan tasımı inceledi. Eğer A B ise ve B de C ise, zorunlu bir sonuç olarak A C'dir. Öncüller ister doğru ister yanlış olsun, çıkarım geçerlidir; ancak sonucun doğru olabilmesi için öncüllerin doğru olması gerekmektedir. Bu çıkarımın iki özelliği vardır: Birincisi, tamamen formeldir: yani, A, B ve C terimlerinin içeriği ne olursa olsun çıkarım geçerlidir. İkincisi, öncüllerin doğruluğu ile sonucun doğruluğu arasında bir bağlantı kurar. Doğruluk önermenin niteliği olduğu ve kişisel görüşten bağımsız olduğu için, analitik muhakeme demonstratif (tanıtlayıcı) ve gayrı şahsidir. "
Peki diyalektikte durum nasıl?
"Ancak diyalektik muhakemede durum böyle değildir. Aristo bize, analitik muhakemenin, genel olarak kabul edilmiş görüşlerden inşa edilmiş öncülleri önvarsaydığını söyler. (...) Bazı durumlarda, genel olarak kabul edilmiş olan, olası olandır; ancak bu olasılık hesaplanabilir olasılıkla karıştırılmamalıdır. Aksine, eulogos sözcüğünün anlamı, ki çoğunlukla "genel olarak kabul edilebilir" yahut "kabul edilebilir" şeklinde tercüme edilir, onu 'olası' teriminden çok 'makul' terimine yaklaştıran niteliksel bir yöne sahiptir. Ayrıca işaret etmeliyiz ki, olasılık sadece geçmiş yahut gelecek olay ve olgularla ilgili olabilirken, tartışma konusu yapılan tezler "Dünya sonlu mudur yoksa sonsuz mu?" yahut "En iyi yönetim biçimi demokrasi midir?" gibi zamanla kayıtsız sorunlarla ilgilenebilir."
Şimdi geliyoruz iknaya:
"Diyalektik muhakemenin, tartışmalı olan veya olabilecek tezlerin kabul edilmesini sağlamak amacıyla, genel olarak kabul edilmiş tezlerle yola çıktığını ilk bakışta görebiliriz. Böylece de, ya iknayı ya da inandırmayı amaçlar. Ancak diyalektik muhakemenin örnekleri geçerli ve zorlayıcı çıkarım dizilerinden oluşmaz; daha çok, az çok güçlü, az çok inandırıcı olan ve hiçbir zaman tamamen formel olmayan argümanlar ileri sürer. Dahası, Aristo'nun işaret ettiği üzere, ikna argümanı hitap ettiği kişiyi ikna eden (etmeye çalışan) bir argümandır; yani, analitik muhakeme sürecinden farklı olarak, diyalektik argüman, değerini herhangi bir kişinin zihnine yönelmiş eyleminden aldığı için, gayrı şahsi olamaz. Sonuç olarak, analitik muhakemeyi diyalektik muhakemeden açıkça ayırmamız zorunludur: birincisi doğrulukla, ikincisi ise gerekçelendirilebilir (haklılaştırılabilir) görüşle ilgilenir. Her bir düşünce alanı farklı bir tartışma tipi gerektirir; bir matematikçinin yalnızca makul argümanlarla yetinmesini istemek ne kadar münasebetsiz ise, bir hatibin de bilimsel ispatlarla konuşması gerektiğini söylemek o kadar münasebetsizdir."
20 Şubat 2009 Cuma
Aristoteles, Retorik, Kitap II, Bölüm 18
18 Şubat 2009 Çarşamba
Aristoteles, Retorik, Kitap II, Bölüm 22
Aristoteles, Retorik, Kitap I, Bölüm 13
Bugün ya da dün değil,
Ebediyyen yaşıyor: hiç kimse bilmez ne zaman doğduğunu.
Empedokles de, bize hiçbir canlı mahluku öldürmememizi söylerken, bunu yapmanın bazıları için yanlış (haksız, adaletsiz) iken bazıları için doğru (haklı, adil) olmadığını söylüyor.
Hayır, ama, her şeyi kuşatan bir yasa, semanın ülkeleri boyunca
Hiç kesintisiz uzanır, ve arzın sonsuzluğunda.
Ve Messenia Söylevinde Alkidamas'ın dediği gibi...
16 Şubat 2009 Pazartesi
Aristoteles, Retorik, Kitap I, Bölüm 2
3 Şubat 2009 Salı
Aristoteles, Retorik, Kitap I, Bölüm 1
İmdi, halihazırdaki retorik hakkında yapılan incelemelerin sahipleri bu sanatın ancak bir bölümünü inşa etmiş bulunuyorlar. Bu sanatın yegane hakiki unsurları, ikna tarzlarıdır: bunun dışındaki herşey süsten ibarettir. Ne var ki bu yazarlar, retorik iknanın tözü olan entimemler hakkında hiçbir şey söylemezler ve asli olmayan şeylerle uğraşırlar. Önyargı, acıma, kızma ve benzeri hislerin uyandırılmasının asli olgularla herhangi bir ilişkisi yoktur; bunlar, bir olayı değerlendiren (ve sonunda yargıda bulunan) kişiye şahsi bir çağrıdan başka bir şey değildir. Sonuçta şu anda bazı devletlerde -özellikle de iyi yönetilen devletlerde- yargılama için konulmuş kurallar heryerde uygulanıyor olsaydı, bu gibilerin söyleyeceği hiçbir şey olmayacaktı. Yasaların böyle kurallar getirmesi gerektiğini şüphesiz herkes düşünür, ama bazısı da, Areopagus mahkemesinde olduğu gibi, düşüncesini pratiğe döker ve asli olmayan şeyler hakkında konuşmayı yasaklar. Doğru hukuk ve örf budur. Yarıgıcı; kızgınlığa, kıskançlığa yahut acımaya sürükleyerek saptırtmak doğru değildir -marangozun cetvelini kullanmadan önce eğip bükmek de pekala mümkündür. (Karar, yargıcın elinden çıktı diye doğru olmak zorunda değil.) Yine, davacının iddia edilen olayın öyle ya da böyle olduğunu, yani gerçekleşip gerçekleşmediğini göstermekten başka yapacağı bir şey yoktur. Bir şeyin önemli önemsiz, adil gayrı adil olması açısından ise, yargıç, davanın taraflarından talimat almayı kesinlikle reddetmelidir (taraflar bu konuda yol gösterici olmamalıdır): yasakoyucunun henüz tanımlamadığı hususlarda kararı bizzat kendisi vermelidir.
İmdi, iyi hazırlanmış yasaların bütün konuları mümkün olduğunca belirlemesi ve yargıcın kararına mümkün olduğunca az şey bırakması çok önemlidir; bunun da çeşitli nedenleri vardır. Öncelikle, adaleti yasalaştırmaya ve idare etmeye (belki 'yasamaya ve adaleti idare etmeye') ehil bir veya birkaç aklı başında insan bulmak, çok sayıda insan bulmaktan daha kolaydır. (Aklı başında birkaç kişi yasaları yapsın ve yargının işleyişini düzenlesin; yargıçların sayısı o kadar çok ki, hepsinin aklı başında olma ihtimali az.) Sonra, yasalar uzun süren bir muhakemeden sonra yapılır; oysa mahkemelerin kararı kısa bir değerlendirmenin arkasından verilir, ki bu da, davanın, adaletin ve menfaatin taleplerini (aynı anda) yerine getirmesini sağlamaya çalışan kişilerin işini zorlaştırır. En önemli neden ise şudur: yasakoyucunun kararı geleceğe ilişkin ve geneldir, belli bir olaya has değildir; oysa meclis ve jüri üyelerinin görevi, önlerine getirilen belirli davalar hakkında karar vermektir. Karar verme durumunda olan bu kişiler çoğunlukla dostluk, nefret yahut kişisel çıkar duygularının kendilerini etkilemesine öyle izin verirler ki, hakikati net bir şekilde göremezler ve kararları kişisel haz yahut acı gibi düşüncelerle bulanıklaşır. (Yasakoyucu bilmediği durumlar için geleceğe yönelik olarak ve muhtemelen sağlam bir ilke temelinde kurallar koyar. Oysa yargı kararı, geçmişte olmuş ve belli kişilerin taraf olduğu bir olayla ilgilidir. Yasakoyucunun davanın taraflarını bilmemesi, onun tarafsızlığının garantisi olarak sunuluyor.) Öyleyse diyoruz ki, genel olarak, yargıca karar vermesi için mümkün olduğunca az şey bırakılmalıdır. Ancak bir şeyin gerçekleşip gerçekleşmediğine, olup olmayacağına yahut öyle ya da böyle olduğuna ilişkin sorunlar, zorunlu olarak yargıca bırakılmalıdır; zira yasakoyucu bunları öngöremez. Böyle olunca da, 'giriş'in yahut 'anlatım'ın veyahut da konuşmanın diğer bölümlerinin içeriğinin ne olması gerektiği gibi öteki konular hakkında kurallar koyan herkes, asli olmayan şeyleri, sanki bu sanata aitlermiş gibi kuramlaştırmış olmaktadır. Bu yazarların burada uğraştıkları tek soru, yargıcın önceden belirlenmiş bir ruh haline nasıl sokulacağıdır. Konuşmacının doğru inandırma tarzları hakkında -yani, entimemler hakkında nasıl beceri kazanılacağı konusunda bize söyleyecekleri hiçbir şey yoktur.
Öyleyse şu çıkıyor ortaya: siyasi nutuk ile adli nutukta aynı sistematik ilkeler işlemesine rağmen, ve siyasi nutuk daha soylu bir iş ve bir vatandaş için özel şahıslar arasındaki ilişkilerle ilgili olan (adli nutuktan) daha uygun olmasına rağmen, bu yazarların hepsi siyasi nutuk hakkında herhangi bir şey söylemez de, mahkemede konuşma (suçlama veya savunma yapma, herhangi bir iddiada bulunma) tarzı üzerine incelemeler yazmaya çalışırlar. Bunun nedeni, siyasi nutukta asli olmayan şeyler hakkında konuşmak için daha az saik bulunmasıdır. Political oratory is less given to unscrupulous practises than forensic, because it treats of wider issues. Siyasi bir tartışmada bir hüküm oluşturan kişinin (her iki taraf da olabilir, ancak her halükarda iddiayı dinleyerek hüküm oluşturan kişi olarak düşünülmeli) verdiği karar, kendi hayati çıkarları hakkındadır. Dolayısıyla da olguların, alınacak bir önlemin destekleyicisinin söylediği şey olduğundan başka bir şeyin ispatlanmasına gerek yoktur. Adli nutukta ise bu yeterli değildir; burada önemli olan dinleyicinin yatıştırılmasıdır. Başka insanların ilişkileri hakkında karar verilecektir; bu durumda da kendi çıkarlarına odaklanmış ve tarafgirane dinleyen yargıçlar, bu kişiler arasında bir yargılama yapmaktansa kendilerini tartışmacılara teslim ederler. Bu yüzden, daha önce de söylediğimiz gibi, pek çok yerde, mahkemelerde alakasız şeylerden bahsetmek yasaklanmıştır: halk mecilisinde hüküm verecek olan kişiler de buna karşı (alakasız şeylerden bahsedilmesine karşı) kendilerini koruyabilirler.
O zaman, dar anlamıyla retorik incelemesinin ikna tarzlarıyla ilgili olduğu aşikârdır. İkna bir tür tanıtlamadır, zira bir şeyin tanıtlandığını düşündüğümüzde en üst seviyede ikna olmuş oluruz. Hatibin tanıtlaması bir entimemdir, ve bu, genel itibariyle, ikna tarzlarının en etkilisidir. Entimem bir tasım türüdür, ve istisnasız her türden tasımın ele alınması, ya bütün olarak diyalektiğin ya da dallarından birinin işidir. Dolayısıyla, açıkça ortaya çıkıyor ki, tasımın nasıl ve hangi unsurların birleşmesiyle üretildiğini en iyi görebilen kişi, hele bir de entimenin konusunu ve dar anlamıyla mantığın tasımından hangi açılardan ayrıldığını öğrenirse, entitem konusunda ustalaşmış olacaktır. Neyin doğru neyin yaklaşık olarak doğru olduğu, aynı yetiyle kavranır; insanların doğru olan için doğal bir içgüdüsü olduğu ve genellikle doğruya ulaştıkları da söylenebilir. Dolayısıyla, doğruyu tahmin etmede iyi olan kişi ihtimalleri tahmin etmede de iyidir.
Retorik üzerine yazan sıradan yazarların asli olmayan şeyleri ele aldığını böylece göstermiş olduk; aynı zamanda adli nutuk dalına neden daha eğilimli olduklarını da gösterdik.
Retorik, (dört nedenden dolayı) yararlıdır: (1) doğru şeyler ve adil şeyler karşıtlarına baskın çıkma konusunda doğal bir eğilime sahip olduklarından, eğer yargıçların kararı olması gerektiği gibi değilse, yenilgi konuşmacılardan kaynaklanmıştır ve buna uygun olarak ayıplanmalıdırlar. Üstelik (2) tam bir bilgiye sahip olmak bile, bazı dinleyecilir karşısında, inandırmak için yapacağımız konuşmayı kolaylaştırmaz. Çünkü bilgiye dayanan argüman öğretim gerektirir ve (argümanınızın dayandığı bilgileri) öğretemeyeceğiniz kişiler vardır. Öyleyse burada ikna tarzı ve argüman olarak, Topikler'de halktan bir dinleyici kitlesini yönlendirme tarzını incelerken gördüğümüz gibi, herkesin sahip olduğu nosyonları kullanmalıyız. Dahası, (3) iknayı, tıpkı kesin muhakemenin kullanılabileceği gibi, sorunun her iki tarafına da uygulayabilmeliyiz; bunu, iknayı pratikte her iki açıdan da kullanabileceğimiz için değil (zira insanları yanlış şeye inandırmamalıyız), olguların ne olduğunu açıkça görebilelim diye ve bir kişi dürüst olmayan bir şekilde tartışıyorsa, kendi hesabımıza onu yalanlayabilelim diye yapabilmeliyiz. Başka hiçbir sanat karşıt sonuçlar çıkaramaz: sadece diyalektik ve retorik yapabilir bunu. Bu her iki sanat da tarafsız bir şekilde karşıt sonuçlar çıkarır. Ne var ki, altta yatan olgular kendilerine karşıt görüşlerin ellerine eşit derecede bırakıvermezler. Hayır; doğru olan şeyler ve daha iyi olanlar, doğaları itibariyle, neredeyse her zaman daha kolay ispatlanabilirler ve onlara daha kolay inanılır. Yine, (4) insanın azalarıyla kendini savunamadığı için kınanması gerektiğine inanmak ama konuşması ve aklıyla kendini savunamadığında kınanmaması gerektiğine inanmak saçmadır, üstelik insan için akli konuşmanın kullanılması azaların kullanılmasından daha ayırt edici bir özellik iken. Böyle bir konuşma gücünü haksız bir şekilde kullananan kişinin en büyük zararı verebileceği söylenerek karşı çıkılacak olursa, (bilinmeli ki) bu, erdem dışındaki bütün iyi şeylere ve herşeyden önce de kuvvet, sağlık, refah ve önderlik gibi en yararlı şeylere de karşı yapılabilecek ortak bir suçlamadır. Bunları doğru bir şekilde kullanan kişi en büyük faydayı sağlayabileceği gibi, yanlış kullanarak en büyük zararı da verebilir.
Öyleyse, retoriğin tek bir konu sınıfıyla ilgili olmadığı ve en az diyalektik kadar evrensel olduğu açıktır; aynı zamanda, yararlı olduğu da açıktır. Şu da çok açık: retoriğin işlevi sadece iknada başarılı olmak değildir, daha çok, her bir tekil olayın müsaade ettiği oranda başarıya mümkün olduğunca yaklaşmanın yollarını kefşetmektir. Bu açıdan bütün diğer sanatlara benzer. Mesela, tıbbın tek işlevi sadece insanları sağlıklı yapmak değil, aynı zamanda onları mümkün olduğunca sağlığa giden yola sokmaktır; tam anlamıyla sağlıklı olamayacaklara bile mükemmel bir tedavi sunmak mümkündür. Bunun yanında, aynen hakiki tasım ile görünüşte çıkarımı birbirinden ayırmak diyalektiğin görevi olduğu gibi, hakiki ikna tarzları ile görünüşte ikna tarzlarını birbirinden ayırmanın retoriğin işlevi olduğu da açıktır. İnsanı 'sofist' yapan yetisi değil, ahlaki amacıdır. Bununla birlikte retorikte retorisyen ifadesi, konuşmacının bu sanat hakkında bilgisini de ahlaki amacını da tanımlayabilir. Diyalektikteyse durum farklıdır: kişi belli bir ahlaki amacı olduğu için 'sofist'tir, buna karşın bir kişi, ahlaki bir amacı olduğu için değil yetisi olduğu için 'diyalektisyen'dir.
Şimdi de Retoriğin bizzat kendisinin sistematik ilkelerini -belirlediğimiz hedefe ulaşmanın doğru yöntem ve yollarını açıklayalım. Şimdi yeniden başlıyor gibi yapmalı ve daha fazla ilerlemeden retoriğin ne olduğunu tanımlamalıyız.